hakkımızda                           irtibat           

  Anasayfa  

YAZI DİZİSİ

İSRAİLOĞULLARI TARİHİ III / 2. Sahife

Hz. Süleyman ve İsrailoğulları

 

Hz. Davut’tan sonra İsrailoğulları’na oğlu Hz. Süleyman peygamber seçildi. Hz.Süleyman tarihi literatürlerde şefkatli, adil ve güçlü bir padişah olarak geçer.

İsrailoğulları, Hz. Davut gibi bir peygamberin eğitiminden geçmiş onun ile izzet ve itibar kazanmışlardı. Hz. Davut, kendisinden sonra Hz. Süleyman’ı yerine varis, halife tayin ettiği zaman, yine isyan edip karşı çıktılar. Kavmin büyük ve yaşlıları kendilerini bu makama layık görüyorlardı. Hatta Hz. Süleyman’ın diğer kardeşleri kendisinden yaşca büyük oldukları için kendilerinin bu makama seçilmeleri gerektiğine inanıyorlardı. Bazıları, Hz. Davut hayatta iken savaş açtılar, bazıları ise vefatından sonra Hz. Süleyman ile savaştılar ama hepsi hüsrana uğradılar.

Hz. Süleyman, Hz. Davut’tan miras kalan güçlü bir hükumete, mala-mülke ve güçlü bir orduya sahipti.

Allah-u Teala Hz. Süleyman’a bunlardan baska diğer nimetler de inayet etmişti:

1. Rüzgar onun emrindeydi

2. Cinler onun emrindeydi

3. Sonsuz yetki sahibiydi

4. Kuşların dilini biliyor ve hepsi onun emrindeydi

Hz. Süleyman’a verilen bu nimetler ve yetkiler o zamana kadar kimseye verilmemiş ve verilmeyecekti. Bütün bu yetki ve nimetlere rağmen Hz. Süleyman geçimini Beyt-ul Mal’dan değil kendi eliyle yapıp sattığı sepet ile kazanıyor mutevazi bir hayat sürüyordu.

Hz. Süleyman kendisine verilen bunca nimeti, adaleti hakim kılmak, hakkı yaymak için kullanırdı. İsrailoğulları da bu nimetlerden en iyi bir şekilde yararlanıyorlardı.

Hz. Davut’un başlatıp bitiremediği Beyt-ul Mukaddes’in yapımına devam eden Hz. Süleyman, cinler ve diğer mevcudatın yardımıyla mermer ve diğer madenlerden Beyt-ul Mukaddes’i  7 yıl sürede yapıp bitirdi. Altın, gümüş ve diğer değerli taşlarla süsleyerek görkemli bir Mabed (Mescid-ul Aksa) haline getirdiler. Aynı zamanda 12 kabile olan İsrailoğullarınin her birisi için Mabedin etrafinda kabilelerine ait bir kale  yaptırdı.

Kudüs’de bulunan “Ağlama Duvarı” olarak bilinen “Urşilem Duvarını” da Hz. Süleyman yaptırmıştır. Peygamberler arasında en varlıklı peygamber olarak bilinen Hz.Süleyman’ın hükumetinin sınırları Haliç’ten Fırat’a, Şam’dan Filistin’e kadar her yere yayılmıştı.

O’nun zamanında yapılan birçok görkemli bina ve tarihi eserler günümüzde de  tarihi eser ve mukaddes yerler olarak ziyaret edilir.

Ömürlerinde görmedikleri rahat ve huzur içinde yaşayan  ve hiçbir eksiği olmayan İsrailoğulları, tarihlerinde sahip olamadıkları itibar ve izzete kavuşmuşlardı.

Hz. Süleyman’ın vefat zamanı gelmiş artık İsrailoğulları’nı terk edecekti. İsrailoğulları’nı hak yola davet etmek ve onları huzura kavuşturmak için elinden geleni yapmıştı ama onların hiç bitmeyen istek ve arzuları kendi tabiriyle, ömründe güzel ve huzurlu bir gün dahi geçirememesine sebep olmuştu. Hz. Süleyman, sarayındaki yetkililere, “bugün hiç kimseyle görüşmek istemiyorum” diye emir vermişti, sarayın en yüksek bir yerine çıkıp oradan ordusunu, adaleti hakim kıldığı ülkesini seyretmek istiyordu. Allah’ın verdiği nimetleri seyir edip şükür edecekti. Asasına yaslanıp seyir ederken Melek-ul Mevt (Ölüm meleği) gelip kendisinin canını almakla görevlendirildiğini bildirdiğinde şöyle buyuruyor: “Allah-u Teala, O´na kavuşmamdan başka birşeyden lezzet almamı istemiyor demek ki, görevini yap”. Hz. Süleyman asasına dayanmış bir halde ruhunu teslim edip uzun bir zaman cansız  halde öylece kalıyor. Asaya dayalı cansız kaldığı süre hakkında çeşitli görüşler vardır. Bazıları birkaç gün öylece kaldığını, bazıları bir kaç ay , bazıları ise bir yıl boyunca asasına dayalı cansız kaldığını söylemişlerdir. İsrailoğulları, Hz. Süleyman’nın öldüğünü bilmiyorlardı yalnızca yakınları haberdardı. Başveziri Asif bin Belhiya haberi olan şahıslardandı, devlet işlerini o idare ediyordu.

İsrailoğulları, Hz. Süleyman’nın cansız bedenini görüp yaşadığını zannederek hareket etmeden, yemeden, içmeden öyle durmasına hayret edip şöyle diyorlardı:

- O sihirbazdır, bizleri büyülemiş yoksa uzun müddet böyle kalamazdı.

- Uzun müddet böyle kaldığına göre yemek-içmek ihtiyacı yok, yorulmuyor, uyumuyor  

    öyleyse o bizim tanrımızdır ona ibadet edelim.

- İman edenler ise şöyle dediler: “Hz. Süleyman, Allah’ın kulu ve peygamberidir, Allah ona  dilediğini yapar.”

Hz. Süleyman’nın vefat şekli de İsrailoğulları için bir imtihandı. Uzun bir zaman sonrası Allah’ın emriyle böcekler Hz. Süleyman’nın asasını içten yiyip kırınca Hz. Süleyman yere düşüyor ve böylece halk tarafından vefat ettiği anlaşılıyor.

Hz. Süleyman  ve Hz. Davut’un hayatlarından ibret alınacak birçok dersler var ama bu yazımız peygamberler tarihi olmadığı için kısa ve özet bir aktarımla yetiniyoruz.

İsrailoğullari, Hz. Süleyman’dan sonra bir müddet huzur içinde yaşadıktan sonra tekrar eski yaşantılarına dönüp birbirleriyle savaşmaya ve kavgaya başladılar neticede bulundukları topraklarda ikiye bölündüler. Bunlardan “Simara” ırkından olan kuzeyliler,  Nablus’u başkent yapıp oraya yerleşiyorlar. “Yahudi” ırkından olan güneyliler ise, Urşilem (Beyt-ul Mukaddes)’i başkent yapıp Kudus’e yerleşiyorlar. Böylece çeşitli kabilelerden oluşan İsrailoğulları asırlarca peygamberlerin sayesinde beraber yaşadıktan sonra Hz. Süleyman’ın vefatının hemen akabinde tefrikaya düşüyor ve ilk defa yahudi devleti adı altında bir devlet kuruyorlar.

Bu iki devlet 200 yıl boyunca birbirleriyle savaştılar, binlerce- onbinlerce kişi bu savaşta hayatını kaybetti. Birbirleriyle savaşmanın neticesinde tamamen zayıfladılar.

M.Ö. 720 yıllarında Asurler güçsüz ve zayıf gördükleri İsrailoğulları’nın yaşadıkları bölgelere saldırıyor şehirlerini yerle bir ediyor, evlerini yıkıp yakıyor, mallarını yağmalıyorlar. Ve İsrailoğulları, yine sefil ve zelil yaşantılarına geri dönüyorlardı, artık hiç güçleri kalmamıştı. Kendilerini bir araya toparlayacak liderleri de yoktu. Avareler gibi diyar-diyar dolaştılar. Kimseyle savaşacak güçleri de kalmamıştı.

M.Ö. 615 yıllarında Mısırlılarla, Asurler arasında çıkan savaştan yararlanan İsrailoğulları tekrar Filistin’e yerleşip orada yaşamaya başladılar. Eski güç ve izzetlerini ele getirmek onlar için artık hayal olmuştu  ama güçlenmek için ellerinden geleni yapıyorlardı, diğer kavimleri yağmalıyor, zulüm ediyor küçük kabileleri hakimiyetlerine almak için baskı yapıyorlardı.

M.Ö.590 yılları  İsrailoğulları’nın tekrar güçlenme dönemiyken “Babil” Padişahı Buht-un Nasr ile aralarında savaş çıkıyor.

Buht-un Nasr, yahudilerden intikam almak için Beyt-ul Mukaddes’e saldırıyor, şehri yakıp-yıkıyor. Mescid-ul Aksa’yı yıkarak  Hz. Süleyman’dan kalan eserlerin birçoğunu tahrip ediyor. Yahudilerin binlercesini öldürüp geri kalanları yakalayıp Babil’e esir olarak  götürüyorlar, uzun müddet esarette kalan yahudiler tarihe “Babil esirleri” olarak geçmişlerdir.

M.Ö.500 yıllarında İran Padişahı Kuruş ile Babil’e hakim güç arasinda çıkan savaşı İranlılar kazanıyor ve Babil’i kendi topraklarına katıyorlar. Yahudiler de böylece esaretten kurtulmuş oluyorlardı. İsrailoğulları’nın bazıları Beyt-ul Mukaddes’e, topraklarına geri döndüler. Filistin topraklarına dönenler genelde dini sebepten dolayı dönenlerdi, Peygamberlerin mirasına sahip çıkıp Mescid-ul Aksa’yı tekrar inşa ettiler ve şehri yeniden yapılandırdılar.          

Ama çoğu Babil’de kalıp ticaretle uğraştılar, faiz sistemini yaydılar, ekonomik olarak güçlendiler.

Filistin topraklarına geri dönen İsrailoğulları genelde yahudilerden oluşuyordu. Filistin toprakları, ticaret, hayvancılık ve zıraat için musait olmamasına rağmen tarih boyunca hep padişahlar ve hükümdarların dikkatini çekmiş ve  en fazla saldırıya uğrayan, tahrip edilen, yağmalanan ve katliamlara sahne olan topraklar olarak tarihe geçmiştir. Bunun asıl sebebi de peygamberlerin o bölgede bulunmaları ve peygamberlerin eserlerinin orada olması gerekçe olarak gösteriliyor.

Hz. Süleyman’ın vefatından, Hz. İsa’nın doğumuna kadar İsrailoğulları’na birçok peygamberler gelmiş ama hiçbirine itaat etmemiş ve zamanın hükümdarlarının sömürüsünde yaşamışlardır. Hz.İsa’nın doğumuna kadar Roma İmparatorluğu’nun egemenliğinde yaşamlarını sürdüren İsrailoğulları, peygamberlerine hep ihanet etmiş ve Roma İmparatorluğu’nun padişahlarını peygamberlere tercih etmişlerdir. İsrailoğulları’nın dini önderliğini ellerinde bulunduran yahudi hahamları kendi varlıklarını ancak Roma İmparatorluğu’nun himayesinde sürdürebileceklerini düşündüklerinden hem peygamberleri yalanlıyorlar hem de siyasi hakimiyetin Roma İmparatorluğu’nda kalması gerektiğini tebliğ ediyorlardı. Hz. Musa’nın dinine mensup olduklarını iddia edip Tevrat’a göre amel ettiklerini savunuyorlardı. Hz. Musa’nın dinini tahrif ettikleri gibi Tevrat’ı da kendi elleriyle yazıp Allah’ın hükümleri bunlardır diye topluma sunuyorlardı. Beyt-ul Mukaddes’i kendilerine merkez seçip oraya sığınarak İsrailoğulları’nın bütün işlerini Rum hükümdarına teslim edip kendilerini inzivaya çekmişlerdi. Böylece İsrailoğulları bu dünyaperest din adamlarının sayesinde Hz. Süleyman’dan sonra gelen peygamberlerin hiçbirine destek vermemiş, gerçek dinden uzaklaşmış tahrif edilmiş, hurafalarla dolu bir din anlayışına sahip olmuşlardı. Hz İsa zamanına yaklaştikça durumları gittikçe daha da kötüleşmiş Roma İmparatorluğu’nun hakimiyeti altında yaşadıkları müddetçe şirke, putperestliğe yönelmişlerdir. İsrailoğullarından peygamberlerin yanında parmakla sayılacak kadar az inanan kalmıştı. Hz. İsa’nın doğumu İsrailoğulları için yeni bir dönemin başlangıcı ve kendilerine gönderilen son peygamber olacaktı.


   
  Gündem    

 

Ey İsrailoğulları, anın size verdiğim nimeti. Vefa edin ahdime de vefa edeyim ahdinize ve ancak benden korkun artık.

Bakara / 40

  

  Siyaset    
  Bilim    
  Yazı Dizisi    
  Kültür - Sanat    
  Soru - Cevap    

 

MUHARREM ÖZEL

 

   

 

SİYASET            

İslamda Devlet Sistemİ

İnsan toplumun temel ihtiyaçlarından biri, toplumu idare edecek, toplumun işlerini düzene koyacak, birey ve toplumun menfaatlerini koruyacak bir devlet ve hükumettir.Toplumun  ve fertlerin çıkarlarını korumak, bireylerin karşılıklı vazifelerini belirlemek...

 

KÜLTÜR            

HUNTİNGTON’NUN YENİ SENARYOSU

1993 yılında Medeniyetler Çatışması (The Clash of Civilizations) adlı tezinin Foreign Affairs´te yayınlanmasından sonra o güne kadar stratejilerini sessizce üreten Harvard Profesörü Samuel P. Huntington, 1996 yılında bu tezinin kitap haline getirilip aynı adla dünya dillerinde basılmasının ardından geleceği en iyi analiz edebilen bilim adamı olarak lanse edilmeye başlandı. 26.06.2004