Ayetullah Hameneİ’nİn Gadİr Hum BayramI Münasebetİyle Halka KonuşmasI

Rahman Rahİm Allah’In AdIyla

Allah' In büyük bayramı ve İslam tarihinin çok önemli ve dönüm noktalarından biri olan kutlu Gadir Hum bayramını tebrik arz ediyorum. Gadir Hum konusu ve Müminler Emiri Ali’nin (a.s), yüce İslam Peygamberi (s.a.a.) tarafından İslam ümmetinin idarecisi ve velisi olarak tayin edilmesi, çok büyük ve çok da anlamlı bir olaydır; hakikatte bu, yüce Peygamberimizin (s.a.a) toplumun idaresinde müdahil oluşudur.

Hicretin 10. yılında ve Zi’l Hicce ayının 18. günü gerçekleşen bu hareket, İslam dininin, toplumun idaresi konusuna önem verdiği ve de İslam düzen ve toplumunu kendi başına bırakmadığı anlamına gelmektedir. Bunun nedeni de, bir toplumun idaresinin, toplumun en etkileyici konularından biri oluşudur.
Peygamberimizin (s.a.a) ashabı arasında takva, ilim, cesaret, öz veri ve adalet örneği olan Müminler Emiri Ali’nin (a.s) yönetici olarak belirlenmesi de bu yöneticiliğin boyutlarını ortaya koymaktadır. Toplumun idaresi alanında İslam açısından önem taşıyan olguların da bunlar olduğu anlaşılmaktadır. Müminler Emiri Ali’nin (a.s), yüce Peygamberimizden (s.a.a) hemen sonra halife ve yönetici olduğunu kabul etmeyenler bile o yüce insanın ilim, züht, takva ve cesareti alanında, hak ve adalet uğrundaki fedakârlığı hakkında şüphe etmemişlerdir. İşte bu, bütün Müslümanların ve Müminler Emiri Ali’yi (a.s) tanıyan her kesin ittifak noktasıdır. Bu da, İslam dini ve Peygamberi (s.a.a) açısından İslam toplumunun nasıl bir yöneticilik, idarecilik ve hükümeti beklenen hedef olarak takip etmesi gerektiğini göstermektedir.
Beşerî toplumların en hassas dönüm noktalarındaki sorun ve sıkıntısı da hep bu noktada ola gelmiştir. Beşerî toplumlar idareciliği bilen, takvalı ve cesaretli yöneticilere sahip oldukları zamanlarda ileriye doğru büyük adımlar atmışlardır. Takva, arılık ve namus kavramlarının hiç bir mana ifade etmediği görüşünde olan, kendi çıkarlarını halkın çıkarlarına tercih eden, Allah korkusu ve ilahî hesap kaygısı taşımayan -zayıf iradeli ve şahsî çıkar ve şehvetlerine düşkün karakterli- yöneticiler ise, yönettikleri toplumlara gerek maddî, gerek ahlakî ve gerekse manevî sorunlar çıkarmışlardır. Müslüman halkların ve İslam ülkelerinin bir tarih diliminde zalim ve mütecaviz güçlerin sultası altında kalmış olmasının nedeni de bu olmuştur. Batı sömürüsünün, ordularının ve yayılmacılığının İslam topraklarını hedef aldığı gün, Müslüman yöneticiler dine bağlı, namusa düşkün ve cesaretli olsalardı olayın gelişmesi böyle olmazdı. Eğer bu yöneticiler şehvetlerinin bağımlısı, bir kaç günlük makam ve güç sevdalısı olmasalardı konu böyle sonuçlanmazdı. Müslümanların ve İslam toplumlarının zaafı, çoğunlukla yöneticilerinin zayıf iradesinden kaynaklanmıştır ve her iki nedenin üst üste gelmesi de etkisini göstermiştir. Yönetimin zayıf iradelilerin ve ehil olmayanların elinde bulunması, toplumda ahlakî ve siyasî düzeni aksatır ve insanları da güçsüzleştirir. İşte bu tür toplumlarda doğal olarak da yöneticiler daha kifayetsiz ve daha güçsüz insanlardan rahatsızlık duyar ve onlara da düçar olurlar.
Bugün İslam dünyasına baktığınızda, Müslümanların bulunduğu bölgelerin ve İslam topraklarının tümündeki uyanışın, İran halkının uyanışının bereketinden kaynaklandığını ve İran halkının da -canıyla ortaya çıkan, düşmanın kurşunlarına göğsünü siper eden, doğru ve dürüstçe konuşan, doğru ve dürüstçe de amel eden- yüce İmam’ın önderliği bereketiyle bu büyük alana çıktığını göreceksiniz.
İran halkı, Müslüman halkları aşağılanmış olarak görmek isteyen dünyaya, yüce İmam’ın cesaretli ve ihlaslı önderliği bereketiyle izzetini göstermiş oldu. İmam’ın (r.a) velayeti, Gadir güneşinin nur pınarının bir yansımasıydı. İşte bundan dolayı da bu getirileri oldu; halkı uyandırdı ve İran’ı manevî ve maddî alanda yeniden yapılandırdı.
Böylesi tarih ve kültürüyle tarihe kök salmış bir ulus, ecnebî saldırgan güçlerin elinde oyuncak olmuştu; bu millet hakkında ecnebîler karar verir olmuştu; bu halkın millî gelir ve servetini istedikleri gibi kullanır olmuştu; bu milleti tahkir eder olmuştu; bu halkın çıkarlarını göz ardı edip kendi çıkarlarını gözetir olmuştu. Bir millete yapılabilecek en büyük hakaret ve ihanet ancak bu olabilir.
İşte bu millet uyandı, kendi gücüyle ve izzet pençesiyle kendi karar ve iradesini izzetle tekrar eline aldı. Bugün siz halk, İslam dünyasında azizsiniz. Ülkenizi yönetenler bir başka ülkeye gittiğinde, o ülkelerin halkları tarafından -İran halkının elçisi gördüklerinden dolayı- nasıl saygıyla karşılandığını görmektesiniz. Başka ülkelerin yöneticileri hakkında böyle bir şey söz konusu değildir. Diğer ülkelerin yöneticileri de başka ülkelere giderler ve böyle bir saygıyı göremezler. Sizin yöneticiniz bir ülkeye gittiği zaman o ülkenin halkı yollara dökülerek bir başka ülkenin Cumhurbaşkanına saygı gösterir ve sizin sloganlarınızı aynı kelimelerle tekrar eder. İşte bunun dünyada bir benzeri ve örneği yoktur. İnkılabın evvelinden bugüne kadar hep böyle olmuştur. Bu, İran halkının izzetinden dolayıdır ve bu izzet de İran halkının İslamî inanç ve imana dayanarak kendi bağımsızlığını korumasından ve taviz vermemesinden kaynaklanmıştır.
İran halkına ve İslam Cumhuriyeti düzenine düşmanlık güdülmesinin nedeni de budur. Dünya istikbar güçlerinin ve özellikle de -dünya istikbarının en çirkin örneği olan- Amerikalı yöneticilerin, İran milleti hakkında hep tekrarladıkları sözleri ve hakaretleri ve hatta tehditlerini duymaktasınız. İran halkının bu tehditler karşısında sahneden çekileceğini, boyun eğeceğini ve diz çökeceğini zannetmektedirler. Ne de ahmakça ve aptalca bir vehim!
İran halkı, bugünkü imkanlara, bugünkü gençliğe ve bu ülkenin gençlerinin himmet ve gayretiyle elde ettiği bugünkü teknolojik güçlere sahip olmadığı günlerde bile Amerika’nın, o günkü Sovyetler Birliği’nin ve süper güçlerin tehditlerinden korkamıştır.
Bugün İran halkı, inkılabın başladığı döneme oranla çok daha güçlü, daha sarsılmaz ve ihtiyaç duyduğu bütün teçhizatla donanımlıdır. Buna binaen, İran halkı hiç bir gücün tehditi karşısında korkuya kapılmaz.
İran İslam Cumhuriyeti düzenine de kötülük etmekte ve düşmanlık gütmektedirler. Çünkü İslam Cumhuriyeti düzeni ve yöneticileri, İran halkını onlara teslim etmemektedir ve onların ise isteği bu yöndedir. Kendi halkına hiyanet ederek halkını Amerika’ya teslim eden her ülkenin yöneticileri ile iyi ilişkiler kurar, rizayet gösterir ve överler. Artık bu yöneticilerin gerici olması, eski olması, askerî ihtilal ile yönetimi ele geçirmiş olması ve saltanat düzeni olması onlar için fark etmez. Artık burada insan hakları söz konusu edilmez! Eğer İslam Cumhuriyeti düzeni de -Allah’a sığınırım- kendi halkını düşmana teslim etmeyi kabul edecek olsa, o zaman İslam Cumhuriyetini ne insan hakları ihlaliyle ve ne de terörü desteklemekle suçlamazlar.
İslam Cumhuriyeti düzenine ve yöneticilerine olan düşmanlıkları, ecnebî düşmanların kalbini kazanabilmek için kendi halkına sırt çevirmek istemeyişlerinden kaynaklanmaktadır. Bu yöneticileri meşru kılan da budur zaten. İslamî İran’da kendi halkına dayanmayan hiç bir yönetim meşru değildir. Düşmanın isteğini kendi halkının isteğine tercih eden, düşman karşısında yetersiz kalan ve yetersizliğini de halka mal etmeye çalışan bir yönetici halktan değildir ve halk da böyle bir yönetici ve sorumluyu kabullenmez. İran halkı güçlü ve yiğittir. Bu halk ile ve bu halk için çalışmak isteyen kimse cesur, yönetici ruhlu, dirençli ve düşman karşısında öz güvenli olmalıdır. Düşmanların yaygarası çoktur. Süper güçlerin becerisi de zaten tehdit etmek ve yaygara koparmaktır. İşin şifrelerinden habersiz olanlar, bunların parmaklarıyla yerin altını üstene getirebileceklerini sanarlar; oysa ki böyle değildir. İstikbarın karşısına halkın iradesi dikilecek olsa, düşmanların oku işlemeyecektir. Halk, müstekbir güçlerin attığı her adımın halkın zararına olduğunu bilse, anlasa ve istikbara teslim olmasa, müstekbir güçler hiç bir halt edemez. Amerikalıların askerî güç kullanarak girip işgal ettiği yerlerin varlığını görüyorsanız bu, o ülkelerin içindeki sorundan kaynaklanmaktadır ve sorun ise millet ile devletin direniş göstermek için ortak azim ve iradesinin veya her hangi bir devletin olmayışıdır. İman üzere ve azimle halkın birbirine kenetlendiği, millet ile devlet arasında sağlam bir bağın olduğu bir yerde sömürü güçleri hiç bir halt edemez ve hiç bir şey yapamaz. Amerikalıların kendi deneyimleri de bu yöndedir ve bunu bilmektedirler.
İran halkı onların kalbine korku salmıştır. Bu halkın olgun, cesaretli ve dirençli olduğunu biliyorlar. Pis ağızlarını açarak tertemiz, imanlı ve yüce İran halkını ırkçılıkla ve kendilerinin layık olduğu şeylerle suçluyorlar. İnsan haklarından söz ediyorlar! Amerikalılar insan haklarını ağızlarına bile alamazlar. Guantanamo üssü, Ebu Gureyb, Irak ve Afganistan yerleşim birimlerini bombalama ve başka yerlerde işledikleri cinayet ve insanlık dışı uygulamalarının lekesi alınlarındayken insan haklarını ihlalin canlı örnekleridirler. Nasıl yüzsüzlük edip insan haklarından dem vururlar! Bazı ülkeleri terörizme destek vermekle suçluyorlar! Oysaki teröristler, Amerikalıların kanatları altında büyümüştür. Afganistan’da Taliban, Amerikalıların kanatları altında büyüdü ve güçlendi. Teröristlerin en iğrenç ve en çirkini olan munafıklar, bugün Amerikalıların kanatları altındadır. Terörizm Amerikalıların elinde bir bahanedir ve dilediklerini de terörizmi desteklemekle suçlamaktadırlar! Amerikalıların terörizm dediği şey, fedakâr Filistin halkının mertçe, yiğitçe ve fedakârca sürdürdüğü mücadeledir. Amerikalılar, Filistin halkına yaptıkları zulme İran halkını da ortak etme beklentisi içindedirler! Bu da onların aptalca beklentilerinden bir diğeridir.
İran halkı, selabet ve açık yüreklilikle kendi yoluna devam edecektir. Biz, ülkemizi maddî ve manevî alanda kalkındırmanın yolunu bulmuşuz. İran halkı, İslam’ın bereketiyle dünya, ahiret, ahlak ve maneviyatını olgunlaştırma gücüne sahiptir. İran halkı bu yolu tanımış, bu yolda ilerlemiş ve kararlılığını da kanıtlamış ve bu sözler karşısında daha kararlılıkla duracaktır. Düşmanların bu saçmalıklarına karşılık olarak siz İran halkı “22 Behmen Mitingi”nde, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ve oy sandıkları başında Allah’ın inayetiyle varlığınızı göstereceksiniz. Sizin bu varlığınız, İran halkının kudret, izzet ve azminin göstergesi olacaktır.
Biz uluslararası arenada -İslam’ın bize öğrettiği- mantıkla ve akıl yoluyla hareket etmişiz. Mantığımız da tedbir/yöneticilik, akıl ve millî manfaatları gözetme olmuştur. Her yerde böyle olmuştur. Avrupalılarla yaptığımız atom enerjisi müzakereleri de bu yöndedir. Ülkenin yöneticileri, halkın maslahatına olan yolu takip etmektedir. İranlı yetkililer ve İslam Cumhuriyeti devleti bu müzakerelerde ciddidirler ve -bir kaç Avrupa ülkesinden oluşan- tarafların da ciddi ve gerçekçi olarak müzakereleri sürdürmelerini istiyoruz. Bizim muhataplarımız bugüne kadar ciddiyetle konuya eğilmemiş ve gerçekten meselenin çözümünden yana olduklarını ortaya koymamışlardır.
Dünya müstekbirleri, İran halkının kendi irade, güç ve imkanlarıyla atom enerjisi gibi bilim ve teknik alanında büyük bir adım atmış olmasını içlerine sindiremiyorlar. Onlar, ülke enerjisinin petrole bağımlı olmasını istemektedirler ve petrol de onların siyasetleri etkisindedir. Onlar, her zaman için halkları görünmeyen iplerle avuçlarının içinde tutmak istiyorlar. İran halkı bunu kabul etmez.
Biz, müzakere etmekte olan İran tarafına güveniyor ve destekliyoruz; müzakerenin karşı tarafı bilmelidir ki siyasî oyunlarla ve zaman kazanmaya çalışmakla, İran halkının atom enerjisi çalışmalarını sürdürme azmine engel olamayacaklardır.
Bizim yetkililerimiz çok doğru olarak, bu işin sürdürülmesinin ülkenin maddî, siyasî ve bilimsel alanda kalkınması açısından faydalı ve gerekli görmektedirler. Bu, millî çıkarlarımızın bir parçasıdır. Yetkililerimiz bunu çok doğru olarak tesbit etmiş ve kararlılıkla da savunmaktadırlar. Avrupalılar da bu alanda İslamî İran ile gerçek bir anlaşmaya varmak istiyor iseler, üzerlerindeki Amerikan ve Siyonizm etki ve baskısından kurtulmalıdırlar. İran halkının karşısına İran halkı gibi çıkmalıdırlar. İran halkı büyük ve kültürlü bir halktır -bunu da kanıtlamıştır-; geri kalmış bir halka ve bir sömürü ülkesine davrandıkları gibi İran halkına davranamazlar. İran halkı böyle bir hakareti affetmez. Bazı Avrupa ülkeleri 19. yüzyıldaki ve 20. yüzyılın başlarındaki anıları hatırlamaktadırlar galiba. İngilizlerin Fars körfezine gemiyle gelip İngiliz askerî komutanın, gemi içinde İran da dahil olmak üzere bölgedeki ülkere hüküm sürdükleri dönem geride kalmıştır. Muhammed Rıza Pehlevî’nin bu ülkede bulunduğu, İngilizlerin ve Amerikalıların elçiler aracılığıyla kimi başbakan, kimi bakan seçmesi gerektiğini söylediği dönem, kimi görevden alması, petrolü ne yapması ve nasıl kullanması gerektiği talimatlarını verdikleri dönem bitmiştir.
O gün İran halkı kıyam etmemişti ve o gün İran halkı uyanmamıştı. Bugün uyanmış, azimli ve iradeli bir millet var karşınızda. Ülke yetkilileri ve yöneticileri de düşmanların tehditleri karşısında bir zerre olsun korkuya kapılmamaktadırlar. Çünkü yetkililer ve yöneticiler de halkın bağrından çıkmıştır. Atom enerjisi alanında görüşmeler yapan Avrupalı taraflar, nasıl bir ülke ile müzakere ettiklerini bilmelidirler. Eğer ülke yetkilileri, görüşmelerde ciddiyet olmadığı sonucuna varacak olsalar, müzakerenin seyri değişecek ve farklılaşacaktır; bunu her kes bilmelidir.
Seçim gibi büyük bir sınav İran halkını beklemektedir. İran’ın büyük kapasiteleri vardır; yetmiş milyonu aşkın nüfus, bunca imkanlar, bunca yetenekler ve bunca iş alanı. Bu alanların her hangi birine iyi bir yöneticinin getirilmesiyle nasıl istihdam alanlarının oluşturulacağı ve bunun da halkın refahına neden olacağı görülecektir. Hangi bölümde böyle işine can yandıran, yetenekli, imanlı ve inkılabî bir yönetici getirilmişse onun bıraktığı izler, eserler ve bereketler gözlemlenmiştir. Ülkemizin her yeri böyledir.
Biz büyük bir milletiz; bereketli bir ülkeyiz; yüce Allah çok iyi imkanlar vermiştir bize ve bu imkanlar ile de inkılabın başlangıcından bugüne değin çok büyük işler de gerçekleştirilmiştir. Ancak henüz işin başındayız, çünkü büyük işler zaman içinde yapılır.
Bu ülkede fakirlikle, fesatla ve ayrımcılıkla mücadele edilmelidir. Ülkenin sorunlarının çözümü, adaletin ciddiyetle uygulanmasında; ayrımcılığın kaldırılmasında; fesat, fakirlik ve etkenleriyle gerçek manada mücadele etmekte saklıdır. Bunları gerçekleştirecek olan da kanun koyucu, yargı ve icra organlarıdır. İşin ağır ve büyük bölümü ise yürütme ile ilgilidir. Halk Cumhurbaşkanı’nın peşinde olmalıdır ki o da bu kararlılığı, dinçlik ve zindeliği, güç ve kudreti, sorumluluk hissi ve buna amadeliği kendinde bulabilsin. Millet onun bunun söyleminden etkilenmiyor; ayırt etme yetenek ve bilincine sahiptir ve halkımız bunu kanıtlamıştır. Halkın teşhis etmesi ve seçmesi için henüz fırsat vardır. Bir kaç ay sonra yapılacak seçimlerde ilk derecede önemli olan şey halkın genel azmidir. İran halkı, seçimler konusunda kayıtsız olmadığını ve konu hakkında duyarlı olduğunu göstermelidir. Bu, işin temelidir. Bir de halkın bu özelliklere sahip birini seçmesi söz konusudur ki, yüce Allah’ın halkı muvaffak kılması, kalp ve düşünceleri hidayet etmesiyle gerçekleşecektir, inşaallah. İşte böyle bir durumda İran halkının genel hareketi gün geçtikçe daha da hızlanacaktır. Yüce Allah, çalışan ve çaba sarfeden her millete mükâfat ve çalışmasının sonuçlarını vereceğini vaadetmiştir. İlahî rahmet ve bereketler, tesadüf ve şans ürünü değildir. Bu bereketler, uyuyan bir halka nedensiz olarak ulaşmaz. Yüce Allah Kur’an’da ve önderlerimiz de hadislerinde çalışılması, gayret edilmesi ve çaba sarf edilmesi gerektiğine ve Allah’ın izniyle de ürün vereceğine vurgu yapmışlardır.
Allah’ın izniyle burada bulunan sizlerin ve bütün İran halkının bu bayram gününde, Hz. Veliyy-i Asr İmam-ı Zaman’ın (ruhlarımız ona feda olsun) mukaddes eliyle gerçek bayramlık almasını ve o hazretin dualarının kapsamında olmasını ümit ediyorum. Yüce Allah, İran halkını daha çok kalkınma, izzet ve kudret yolunda başarılı kılsın.
 

Vesselamu aleyhi ve aleykum ve ramhetullahi ve berakatuhu

  

İQRAA- Araştırma 02.02.2005

Geri dön